TÜM DÖRTLÜKLERİ
tüm dörtlükler Sabahattin Eyuboğlu tarafından türkceye çevrilmiştir
Akılla bir konuşmam oldu dün gece;
Sana soracaklarım var, dedim;
Sen
ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin.
Yaşamaktan bezdim, ne
yapsam?
Birkaç yıl daha katlan, dedi.
Nedir; dedim bu yaşamak?
Bir
düş, dedi; birkaç görüntü.
Evi barkı olmak nedir? dedim;
Biraz keyfetmek
için
Yıllar yılı dert çekmek, dedi.
Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
Kurt, köpek, çakal, makal, dedi.
Ne dersin bu adamlara, dedim;
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
Benim bu deli gönlüm, dedim;
Ne zaman akıllanacak?
Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
Hayyam' ın
bu sözlerine ne dersin, dedim;
Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş
derim, dedi.
Ey özünün sırlarına akıl ermeyen;
Suçumuza, duamıza önem vermeyen;
Günahtan sarhoştum, ama dilekten ayık;
Umudumu rahmetine bağlamışım ben.
Büyükse de isyanım, kötülüklerim,
Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim;
Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın
Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.
Tanrım bir geçim kapısı açıver bana;
Kimseye minnetsiz yaşamak yeter
bana;
Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni
Haberim olmasın gelen
dertten başıma.
Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;
Azığım senden, yolda çaresiz
kalmam;
Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm
Defterim kara yazılmış
olsun, aldırmam.
Derde gama yatkın yüreğime acı;
Bu tutsak cana, garip gönlüme acı;
Bağışla meyhaneye giden ayağımı,
Kızıl kadehi tutan elime acı.
Akıl bu kadehi övdükçe över;
Alnından sevgiyle öptükçe öper;
Zaman
Usta'ysa bu canım nesneyi
Hem yapar hem kırıp bin parça eder.
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların,
tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak
bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her
şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;
Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır
bizim;
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz
günlerdir bizim.
Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün
aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?
İçin temiz olmadıksan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka,
tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
Var mı dünyada günah işlemeyen söyle:
Yaşanır mı hiç günah işlemeden
söyle;
Bana kötü deyip kötülük edeceksen,
Yüce Tanrı, ne farkın kalır
benden, söyle.
Felek ne cömert ne aşağılık insanlara!
Han hamam, dolap değirmen, hep
onlara.
Kendini satmıyan adama akmek yok:
Sen gel de yuh çekme böylesi
dünyaya!
Bilgenin yüreğinde her dilek,
Anka kuşu gibi gizli gerek.
Damla nasıl
inci olur denizde:
Sedefler içinde gizlenerek.
Ovada her kızıl lalenin teni
Bir padişahın kanıyla beslendi.
Yerden
biten şu mor menekşe yok mu?
Bir güzelin yanağındaki bendi.
Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler,
Bin bir derde düşer,
canlarından bezerler.
Öyleyken, ne tuhaftır, yine de övünür,
Onlar gibi
olmayana adam demezler.
Gül verme istersen, diken yeter bize.
Işık da vermezsen, ateş yeter bize.
Hırka, tekke, post most olasa da olur,
Kilise çanları bile yeter bize.
Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet cehennem?
İnsan bastığı toprağı hor görmemeli:
Kim bilir hangi güzeldir, hangi
sevgili.
duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?
Ya bir Şah kafasıdır, ya
bir vezir eli!
Hak er geç cimrilerin hakkından gelir;
Cehennem ateşleri onlar içindir.
Ne der, dili inciler saçan Muhammet:
Cömert gavur cimri müslümandan
yeğdir.
Varlığın sırları saklı, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde arkasında dedi-kodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın,
ne ben.
Bir geldi mi derin ölüm uykusu,
Biter bu dünyanın dedi-kodusu.
Ölenden bir haber bekler insanlar:
Ne söylesin? Bilmez ki ne olduğunu!
Yel eser, umutlar savrulur gider;
Sensiz, bensiz kalır bağlar bahçeler;
Altın gümüş nen varsa harcamaya bak!
Ölür gidersin, düşmanın gelir yer.
Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alsın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!
Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be sultanım, kötülük
hangimizde?
Bu dünyadan başka bir dünya yok, arama;
Senden benden başka düşünen yok,
arama!
Vaz geç ötelerden, yorma kendini:
O var sandığın şey yok mu, o
yok arama!
Şu serviyle süsen neden dillere destan?
Neden hep onlara benzetilir hür
insan?
Birinin on dili var, boşboğazlık etmez,
Ötekinin yüz eli var el
açmaz, ondan!
Benim halimden haber sorarsan,
Bir çift sözüm var sana, yürekten:
Sevginle gireceğim toprağa,
Sevginle çıkacağım topraktan.
Şu dünyada üç beş günlük ömrün var,
Nedir bu dükkanlar, bu konaklar?
Ev mi dayanır, bu sel yatağına?
Bu rüzgarlı yerde mum mu yanar?
Dün geldi: Nedir aradığın? dedi bana:
Bensem, ne bakarsın o yana bu yana?
Kendine gel de düşün, içine iyi bak:
Ben senim, sen ben; aranıp durma
boşuna!
Sabah doldu göklere mavi mavi;
Doldur, ışık döker gibi, kaseyi!
Acı
olmasına acıdır şarap:
Ama gerçek acıdır demezler mi?
Adam olduysan hesap ver kendine:
Getirdiğin ne? Götüreceğin ne?
Şarap
içersem ölürüm diyorsun:
İçsen de öleceksin, içmesen de!
Camiye gittim, ama Allah bilir niye:
Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye.
Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden:
O eskidi gittim yenisini
yürütmeye.
Kimi dinde imanda buldu yolu
Kimi akıl, bilim yolunu tuttu.
Derken
ses geldi karanlıklardan:
Gafiller! Doğru yol ne odur, ne bu!
Her gece aklım dalar gider engine.
Ağlarım, inciler dolar eteğime.
Sevdalıyım, şarap dayanmıyor bana:
Kafam baş aşağı çevrik bir tas mı ne!
Dünya ne verdi sana? Hep dert, hep dert!
Güzel canın da bir gün elbet.
Toprağında yeşillikler bitmeden
Uzan yeşilliğe, gününü gün et.
Şarap sen benim günüm güneşimsin!
Öyle bir dolsun ki seninle içim.
Bir bildik görünce beni sokakta:
Ne o şarap nereye böyle? desin.
Ben ne camiye yararım, ne hayvana!
Bir başka hamur benimki, başka maya.
Yoksul gavur, çirkin orospu gibiyim:
Ne din umrumda, ne cennet, ne
dünya!
Bir kuş gördüm yüce Tus kalesinde,
Keykavus'un kafa tası pençesinde.
Sorup duruyor kafaya: Hani? Nerde?
Adamların, davun dümbeleğin
nerde?
Şu testi de benim gibi biriydi;
O da bir güzele vurgun, dertliydi.
Kim bilir, belki boynundaki kulp da
Bir sevgilinin bem beyaz eliydi.
İnciyi isteyen dalgıç olacak;
Varı yoğu dosta verip dalacak.
Canı
avucunda, nefesi göğsünde:
Ayağı baş olacak, başı ayak!
Girme şu alçakların hizmetine:
Konma sinek gibi pislik üstüne.
İki
günde bir somun ye, ne olur!
Yüreğinin kanını iç de boyun eğme.
Bir taş bulamazsın ki Doğu ovalarında
Küfretmesin bana da, benim zamanıma
da
Yüz adım yürü bak, bir dertli insan görürsün:
Bunalmış, otura kalmış
yolun kenarında.
Güneş attı göğe sabah kemendini:
Aydınlık padişahı atına bindi.
İçin!
için! diye bağırdı dört yana
Canım sabah şarabının müezzini.
u kadeh bir bedendir, cana gebe!
Bir yasemindir, erguvana gebe!
Hayır; yanlış; ne odur şarap ne bu:
Bir sudur, bir su ki yangına gebe!
Gökte bir öküz varmış, adı Pervin;
Bir öküz de altındaymış yerin.
Sen
asıl iki öküz arasında
Tepişmesine bak şu eşeklerin!
Ne bilginler geldi, neler buldular!
Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar.
Hangisi yarıp geçti bu karanlığı?
Birer masal söyleyip uyuya kaldılar.
Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık daha var, ışıklardan
başka.
Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye:
Bir şey daha var bütün
yapıtlardan başka.
Bir damla şarap ver Çin senin olsun;
Bir yudumu bütün dinlerden üstün.
Söyle, ne var dünyada şaraptan hoş?
O acıya tatlılar feda olsun.
Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı Felek usta, kuklalar da
biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız
hepimiz.
Dünya üç beş bilgisizin elinde;
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme; eşek eşeği beğenir:
Hayır var sana "kötü" demelerinde.
Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;
Şu dünyanın sırına ermişim az
çok.
Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:
Ömrüm gelip geçmiş, hiç
bir şey bildiğim yok.
Cennette huriler varmış, kara gözlü;
İçkinin de ordaymış en güzeli.
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz:
Bak, bir yanda şarap, bir yanda
sevgili.
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana da sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görünüyorsam oyum:
Ya sen? Ne görünüyorsan o musun?
Varlık yokluk derdini aklından sil;
Bırak öteleri de kendini bil.
Doldur şarabı, geniş bir nefes al:
Kaç nefes alacağın belli değil.
Bir elde kadeh, bir elde Kuran;
Bir helaldir işimiz, bir haram.
Şu
yarım yamalak dünyada
Ne tam kafiriz, ne tam müslüman!
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da
gönlünü tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir
alacağın, o da boştur boş!
Leyla isteyen kişi Mecnun olmalı;
Kendinden de, dünyasından da geçmeli.
Sevenlerin sofrasına çağrılınca
Ben körüm, ben dilsizim demeli.
Öldürmek de, yaşatmak da senin işin;
Bu dünyayı gönlünce düzenleyen
sensin.
Ben kötüyüm diyelim, kimde kabahat?
Beni böyle yaratan sen değil
misin?
Ben kadehten çekmem artık elimi;
Tutmam senin kitabını, minberini.
Sen kuru bir sofrasın, ben yaş bir sapık:
Cehennemde sen mi iyi
yanarsın, ben mi?
Eşi dostu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı
ortada.
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin:
Sırtında bunca yük,
yürü bakalım hala.
Gözüm, kör değilsen, bunca mezarı gör;
Dünyayı saran yalan dolanları gör;
Krallar, padişahlar çürüyüp gitmiş:
Ela gözlerine kurt dolanları gör!
Felek doğruyu eğriyi tartaydı,
Her işine güzel demek kolaydı.
Böyle
özü doğruluk olaydı?
Evrenin özü doğruluk olaydı?
Duman değil mi dünya mutfağında payın?
Öyleyse ha olmuşsun ha olmamışsın.
Senin zorunsa sermayeden yememek:
Bekle, bekle de başkası yesin yarın.
Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık;
Horoz kanı gibi şarap bollaşır
artık.
Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi:
Oruç gemi ağızlarından
çıkar, yazık!
Hep arar dururdum, dünyaya geleli,
Alın yazısı, cenneti, cehennemi.
Hocam kesti attı, sağlam bilgisiyle:
Alın yazısı, cennet cehennem sende,
dedi.
Yarım somunun var mı? Bir ufak da evin?
Kimselerin kulu kölesi değil
misin?
Kimsenin sırtından geçindiğin de yok ya?
Keyfine bak: en hoş
dünyası olan sensin.
Bahar geldi; başka şey istemem kafamda;
Hele akla hiç yer vermem bahar
soframda;
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni:
Söğüt ağacı, sen de
ser gölgeni altıma.
Tanrı, "cennette şarap içeceksin" der;
Aynı tanrı nasıl şarabı haram
eder?
Hamza bir Arab'ın devesini öldürmüş:
Şarabı yalnız ona haram etmiş
peygamber.
Nerde yüreği tertemiz uyanık insan?
Nerde güzel düşünceler ardında koşan?
Herkes kendi kafasının kulu kölesi:
Hangi Tanrının kulu, nerde o
kahraman?
Kim için bu yerler gökler? Bizim için.
Biz görüş cevheriyiz akıl gözünün
Evren bir yüzük gibiyse çepeçevre
İnsan, taşında bir nakış o yüzüğün.
Yüce varlık bize bir beden verince
Sevmesini öğretti her şeyden önce
Sonra şu delik deşik yüreğimize
Mana incileri sakladı binlerce.
Niceleri geldi, neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?
O gidenler de hep senin
gibiydiler.
Vakit geldi, dünya yeşiller giyecek;
Ağaçlara Musa'nın eli değecek,
Kuru tohumlara İsa'nın nefesi;
Gözler açıp buluta çevrilecek.
Gerçek eren içinde kir tutmayandır;
Varlığını korkusuzca hiçe sayandır;
Bu topraklar üstünde en temiz kişi
Sağlığında toprak kesilmiş olandır.
Ey can, sana aklı niçin vermiş veren?
Kendini bil, yolunu bul yitip
gitmeden.
Baykuş gibi ne gezersin viranelikte,
Yerin akdoğan gibi
sultanın emrindeyken?
Onlar ki kurtulamaz ikiyüzlülükten
Canı ayırmaya kalkarlar bedenden;
Horoz gibi tepemde testere olsa
Aklımın kafasını keser atarım ben.
Bir yanarım Tanrı özlemiye Musa gibi;
Bir ölürüm murada ermeden Yahya
gibi;
Yarı gökte kalırım hep bir iğne yüzünden
Hep bir başka derdin
terzisiyim İsa gibi.
Dert çekme boşuna, hep gül de yaşa;
Zulüm yolunda hakkı bul da yaşa;
Sonu yokluk madem bu dünyamızın
Yok bil kendini, özgür ol da yaşa.
Ramazan ayı bu yıl da geldi yine;
Vurdu bukağıyı aklın bileğine;
Tanrım bu halka bir gaflet ver de bari
Ramazanı Şevval sansınlar bu
sene.
Ey doğru yolun yolcusu, çaresiz kalma;
Çıkma kendinden dışarı, serseri
olma;
Kendi içine sefer et erenler gibi:
Sen görenlerdensin, dünya
seyrine dalma.
Duru sudan daha temizdir benim sevgim;
Sevgiyle bu oynayış da hakkımdır
benim;
Halden hale girer başkalarında sevgi:
Neyse hep odur benim sevgim
ve sevgilim.
Dünya padişahın, kayserin, hakanın olsun;
Cehennem kötünün, cennet iyinin
olsun;
Tesbih meleklerin olsun, temizlik Rızvan'ın:
Sevgili bizim olsun,
canı canımız olsun.
Ey güzel, sen ki bana derdi derman edensin;
Şimdi: "Çekil önümden" diye
ferman edersin;
Senin yüzün canımın kıblesi olmuş bir kez;
Ne yapsın,
kıble mi değiştirsin bu can dersin?
Şarap iç adın silinip gitmeden dünyadan;
Şarap kasveti, karanlığı giderir
candan;
Güzellerin saçını çözüp dağıtmaya bak
Neylesin, netsin bu can,
kıble mi değiştirsin?
Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden,
Ne dine, edebe aykırı gitmemizden;
Bir an geçmek istiyoruz kendimizden:
İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden.
Biliyorum varlığın, yokluğun dış yüzünü;
Yükselmenin de alçalmanın da
içyüzünü;
Ne çıkar öte yanını da bilsem feleğin:
Bezmişim bilgiden,
atmışım her türlüsünü
Baharlar yazlar gider, kara kış gelir;
Varlığın yaprakları dürülür bir
bir;
Şarap iç, gam yeme; bak ne demiş bilge:
Dünya dertleri zehir, şarap
panzehir.
Gülün yüzünde çiy tanesi nevruzun ne hoş;
Yeşillikte canı aydınlatan
yüzün ne hoş;
Geçmiş gitmiş gün üstüne ne söylesen boş:
Bırak dünü, hoş
et gönlünü, bak bugün ne hoş
Bilgisizliğimi sundum durdum aleme;
Bir yoksulluk karanlığı çöktü
gönlüme;
Utandım günahımdam, müslümanlığımdan:
Bundan böyle zünnar
takacağım belime.
Bir su, bir damla suymuşuz, bele düşmüşüz;
Şehvet ateşiyle dışarı
savrulmuşuz;
Yarın yel savuracak toprağımızı:
İçelim, hoş geçsin üç
nefeslik ömrümüz.
Bahtımın kökü yeşerip dal budak da verse
Eğretidir bu ömür diye giydiğin
elbise;
Mıhlar gevşek bir gölgeliktir beden çadır,
Pek dayanma sakın ne
kadar sağlam da görünse.
Ben de geçtim gittim bu zulüm yurdundan,
Elimde yelden başka bir şey
kalmadan;
Ama var mı, ölümüme sevinip de
Ecelin şaşmaz tuzağından
kurtulan?
Orucumu yiyorsam ramazanda
Mübarek aydan habersizim sanma:
Çileden
gece oluyor da gündüzüm
Sahura kalkıyorum gün ortasında.
Yılan gibi taşa girsen de, Saki,
Sızar ecelin suyu bulur seni;
Bu
dünya toprak, Saki, türkü söyle;
Bu soluk bir yel, şarap ver, Saki.
Gönül Bijen'i kuyu gibi gam zindanında;
Akıl Sührab'ı ölmüş derdinin
sayvanında;
Dünya Siyavuş'unun öcünü almak için
Gam, Rüstem'in Turan
gibi gönlünü talanda.
Ey yanağı ağustos gülünü bastıran;
Ey yüzü Çin güzellerini kıskandıran;
Bakışı Babilşahını büyüde yenip
Elinde at, fil, ruh, ferz, baydak
bırakmayan.
Elimde olsa dünyayı küçümserdim;
İyisine de kötüsüne de yuh çekerdim;
Daha doğrusu bu aşağılık yere
Ne gelirdim, ne yaşardım, ne ölürdüm.
Şarap iç, bire birdir derde tasaya;
Ne bu dünya kalır, ne öteki dünya.
Ne serin ateştir o, ne can dolu su:
Çabuk ol, bulup içemezsin
mezarda.
Felek, delik deşik ediyorsun yüreğimi;
Yırtıyorsun ikide bir sevinç
gömleğimi,
Esen yelleri ateş ediyorsun bana;
Çamura çeviriyorsun
içeceğimi.
Haram, acı, kötü derler canım şaraba:
Oysa ne hoş şey, hele bir güzel
sunarsa;
İçin bakın; hem doğrusunu isterseni,
Haram dedikleri her şey
hoş galiba!
Dedim ben artık kızıl şarabı içmem;
Üzümün kanıymışbu, ben kan dökmek
istemem.
Gün görmüş aklım şaşırdı: Sahi mi? dedi;
Yok canım, şaka, ben
nasıl içmem!
Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin;
Erenlerin dilini de söktüremezsin;
İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı:
Öbür cennette ya girer, ya
giremezsin.
Bulut geldi; lalede bir renk bir renk!
Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek.
Şu seyrettiğin serin yeşillikler
Yarın senin toprağında bitecek.
İki batman şarap, bir buğday ekmeği;
Bir koyun budu, bir de ay yüzlü
sevgili;
Daha ne istenir bilmem şu dünyada:
Padişah daha iyisini
bulabilir mi?
Dünyaları değişmem kızıl şaraba;
ay da ondan sönük; çoban yıldızı da.
Şarap satanların aklına şaşarım:
Ondan iyi ne var alınacak dünyada?
İnsan son nefese hazır gerekmiş:
Nasıl ölürse öyle dirilecekmiş.
Biz
her an şarap ve sevgiliyleyiz:
Böylece dirilirsek işimiz iş.
Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik;
Bildiklerimizle övündük, eğlendik.
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra?
Bir bulut gibi geldik, yel gibi
geçtik.
Hayyam bilgelik çadırları dokudu;
Sonra dert potasında yandı kül oldu.
Bir pula satıldı kader çarşısında,
Ölüm celladı geldi, boynunu
vurdu.
Dostum, gel yarına kanmayalım biz;
Günümüzü gün edelim ikimiz.
Yarın
çekip gettik mi şu konaktan
Yedi bin yıl önce gidenlerleyiz.
Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;
Derede akan su, ovada esen yel gibi.
İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok:
Daha gelmemiş gün bir,
geçmiş gün iki.
Tanrı, ışığıyla doldu can gözüme;
Bu dünyadan o dünyadan bana ne!
Gönlüm ter gibi çıkıp bedenimden
Karıştı varlığın denizlerine.
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe:
Koy canını ortaya, soyulursan
soyul.
Sarhoş oldum mu aklım azalır;
Ayıldım mı sevincim dağılır.
Ne sarhoş,
ne ayık bir hal var ya?
En güzeli öyle yaşamaktır.
Sevgili, sırlarına eren gönül nerde?
Sözlerinin tekini duyan kulak nerde?
Gece gündüz serilirsin de karşımıza:
Yüzünü bir kez gören mutlu göz
nerde?
Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da yaşa.
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?
Bırak öyleyse iki dünyayı birden:
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!
Dün özledim de seni coştum birden bire;
Çıktım senin yerin dedikleri
göklere.
Bir ses yükseldi ta yukarıda, yıldızlardan:
Gafil, dedi; bizde
sandığın Tanrı sende!
Bir testici gördüm, çamur içindeydi:
Ayağı çarkında, elinde bir testi;
Testinin başında bir yoksulun ayağı
Kulpunda bir padişahın kellesi.
Bir testi aldım çarşıdan ucuza;
Gizli gizli neler anlattı bana;
Bir
şahdım, dedi; altın kupam vardı;
Şimdi neyim? Testi oldum şaraba.
Bilmem, ne sayar durursun bir, iki;
Ha bir olmuş, ha yüz bin fark etmez
ki
Çal sazını, sonun bir avuç toprak,
Şarap ver, bir esip gitmedir
bizimki.
Kambur Felek, sen ne konaklar yıka geldin;
Kin beslersin bize, zulüm eski
adetin.
Şu kara toprağın göğsünü bir yarsalar,
Ne inciler yatar içinde
bilir misin?
Yoksul, dertli gönlüm arar sevgilisini;
Aklı gelmez başına, yer kendi
kendini.
Bana sevgi şarabını sundukları gün
Kana boyamışlar varlık
kadehimi.
Ha Belh'te ölmüşsün, ha Bağdat'ta hepsi bir;
Kadeh doldu mu, acı da olsa
içilir.
Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz;
Sensiz daha çok
ayların ondördü gelir.
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak;
Elimin özlediği kadehi kavramak.
Her zerrem nasibini almalı dünyadan
Yarın güle kavuşturmadan beni
toprak.
Behram'ın şarap içtiği orman köşkünde
Bir tilki yavrulamış, bir ceylan
keyfinde.
Ömrünce yaban eşeği avlamış Behram:
Mezar da Behram'ı avlamış
günün birinde.
Ben bıyıkları süpürge etmişim meyhanede:
Hayırmış, şermiş bırakmışım
ikisini de.
İki dünyayı karpuz gibi önüme koysalar
Ne birine metelik
veririm, ne ötekine.
Padişah ol, yokluk halkasına gir de;
Yıkan, kirin pasın kalmasın gönülde.
Meyhaneye ermeğe gelince biri
Kendini bil de ne yaparsan yap de.
Toprakla karışıp bulanmamış bir can
Sana konuk geldi bir temiz dünyadan.
Otur, bir kadeh şarap iç kendisiyle,
Sana iyi geceler deyip
kaçmadan.
Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde;
Ne yazık, çeşmeler cimrilerin
elinde.
O canım Türk güzeli kömür gözleriyle,
Çaylakların, uğruların,
eğrilerin elinde.
Dünyaya geldiler, coşup taştılar;
Güldüler, eğlendiler, anlaştılar;
Bir kadehte sızıverdiler bir gün
Ölüm uykusunda kucaklaştılar.
Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı,
Şarap ne zaman çoşturur içenleri?
Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe,
Bir de cuma, cumartesi
günleri.
Yaşamak elindeyken bugüne bugün,
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün?
Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar;
Kadrini bilmeğe bak avucundaki
ömrün.
Toprak olup gitmişlere sorarsan
Ha gavur olmuşsun ha müslüman.
Kimler
bu dünyada eğlenmemişse
Ötekinde yalnız onlar pişman
Ey garip kuş! Bu yıldızlar darı sana;
Elest günü canı sen verdin insana.
Dünyayı gören büyülü bir kadeh varmış:
O kadeh sende, başka yerde arama.
Bu zamanda az dostun oldun, daha iyi.
Herkesle uzaktan hoş beş edip
geçmeli.
Can gözünü açınca görüyor ki insan
En büyük düşmanıymış en çok
güvendiği.
Feleği döndürebilir misin muradınca?
Ne çıkar gök yedi kat değil sekiz
katsa?
Er geç toprağa karışıp gidecek gövdeni
Ha ovada kurt yemiş, ha
mezarda karınca.
Bak, gül yeşiller, sevinçler içinde;
Arar bulamazsın gelecek perşembe.
İç şarabını, gül kokla, yeşil topla:
Toprak oluvermeden gül de yeşil de.
İnsan çeker çeker de sonra hür olur;
İnci sedef zindanlarda yuğrulur.
Paran pulun yoksa bugün, sağlık olsun:
Bugün boş duran kadeh yarın
doludur.
Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti;
Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi.
Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş?
Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti?
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeğe,
Altınları gümüşleriyle
övünmeğe.
Tam işleri dilediği düzene girer:
Ecel çıkıverir pusudan:
Benim ben, diye.
Can verinceye dek bu çorak yerde
Dertten başka ne geçer ki eline?
Ne
mutlu çabuk gidene dünyadan;
Hele bu dünyaya hiç gelmeyene!
Yerleri yapmış, gökleri kurmuşsun ama,
Sensin bunca gönülleri yakıp yıkan
da.
Ne kızıl dudakları, ne altın saçları
Altmışın süprüntüler gibi kara
toprağa.
Dostum, olan olmuş, vahlanma boşuna;
Dünyayı kara zindan etme başına.
Yaşamana bak, elinden tek gelen bu:
Olacakları danışan var mı sana?
Sevgilim, ömrü derdim gibi bitmeyesi,
Bu sabah bütün cömertliği
üstündeydi.
Bir göz atıverdi bana geçip giderken:
İyilik et denize at mı
demek istedi?
Gül de şarab da bilene güzel gelir;
Sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir?
Cebi boş gönlü dolu olmayan kişi
Her şeyden geçmenin tadını ne bilir?
Yapma diyorsun; yapmamak elimde mi?
Sen al demişin; nasıl çekerim elimi?
Hem yap hem yapma demek seninki bana
İnsaf: Kadeh devrilir de dolu kalır
mı?
Bu dünya iki kapılı bir han,
Girdi mi dertlere düşer insan.
Tanınmadan yaşamak en iyisi:
Elinde olsa da hiç doğmasan.
Kim görmüş o cenneti, cehennemi?
Kim gitmiş de getirmiş haberini?
Kimselerin bilmediği bir dünya
Özlenmeye, korkulmaya değer mi?
Ne mutlu adı sanı bilinmeyene;
İpeklere, kürklere bürünmeyene;
Anka
gibi iki dünyadan da geçip
Bu viranede baykuşa dönmeyene.
Yok olmamış varlık var mı bir tek?
Herşey bir gün, dağılıp gidecek.
Öyleyse vara yoğa ne bakarsın?
En iyisi yoku var, varı yok bilmek.
Sevgili, bir başka güzelsin bugün;
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün.
Güzeller bayram günleri süslenir:
Seninse bayramları süsler yüzün.
Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik;
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik.
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin
Renk renk düşünceler kaldı
söylenmedik.
Kendimden geçtikçe gelirim kendime,
Alçalırım çıktıkça yüksek yerlere.
En garibi, içmeden sarhoşum da ben,
Ayılırım her kadehi devirdikçe.
Ben içerim, ama sarhoşluk etmem:
Kadehten başka şeye el uzatmam.
Şaraba taparmışım, evet, taparım:
Ama senin gibi kendime tapmam.
Şeyh fahişeye demiş ki: - Utanmaz kadın;
Her gün sarhoşsun, onun bunun
kucağındasın.
Doğru, demiş fahişe, ben öyleyim; ya sen?
Sen bakalım şu
göründüğün adam mısın?
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben,
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken;
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda;
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden.
Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk;
Düşle gerçeğin arası bir tek
soluk.
Aldığın her soluğun değerini bil
Bütün yaşamak macerası bir tek
soluk.
Bir put demiş ki kendine tapana:
Bilir misin niçin taparsın bana?
Sen
kendi güzelliğine vurgunsun:
Ben ayna tutar gibiyim sana.
Biz aşka tapanlarız, müslüman değil;
Cılız karıncalarız, Süleyman değil;
Biz eskiler giyen benzi soluklarız:
Pazarda sırma satan bezirgan değil.
Nerdesin? Sana baş kaldırmışım işte;
Karanlık içindeyim, ışığın nerde?
Cenneti ibadetle kazanacaksam
Senin ne cömertliğin kalır bu işde?
Gerçek erenlere güzel çirkin, hepsi bir;
Sevenler için cennet, cehennem,
hepsi bir;
Kendini veren ha ipekli giymiş, ha çul;
Yastığı ha pamuk
olmuş ha diken, hepsi bir.
Yıllar günler gibi geçti gider;
Nerde o eski dertler, sevinçler?
Belaya aldırmaz aklı olan:
Be da her şey gibi geçer, der.
Dünyayı allar pullar boyarlar gözünü;
Aklı olan hor görür süsünü püsünü.
Kimler geldi gitti, kimler gelip gidecek:
Al gitmeden alacağını, doyur
gönlünü.
Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin
Süzülmüş, tertemiz canı üzümlerin.
Neden şer demişler bu hayırlı suya?
Siz bana bu şerden üç dört kase
verin.
Aşk bir beladır, ama Tanrıdan gelme;
Halk neden karşı kor Tanrı emrine?
Bize herşeyi yaptıran kendi madem,
Kulu sorguya çekmenin alemi ne?
Dert de neymiş? O mu bizi ağlatacak?
O mu sevinç bayrağımızı yırtacak?
Gelin, atalım şunu gönül yurdundan:
Yoksa içimizde fitne çıkartacak.
Sensiz camide, namazda işim ne?
Seninle buluşma yerim meyhane.
Benim
sevmem de böyle, yüce Tanrı:
İstersen kaldır at cehennemine.
Hep bir çember, dolanıp durduğumuz!
Ne önümüz belli, ne sonumuz.
Kim
varsa bilen, çıksın söylesin:
Nerden geldik? Nereye gidiyoruz?
Bizi bizden alan şaraba gönül verdik;
Coşup taştık; yerden kopup göklere
erdik.
Tenden bedenden soyunuverdik sonunda
Topraktan gelmiştik, yine
toprağa girdik.
Tepemizde dönüp duran gökler
Büyücünün fanusu gibidirler:
Güneş bu
fanus içinde lamba,
Biz de gelip geçen görüntüler.
Bir rint gördüm, binmiş dünya denen kır ata;
Aldırmıyor dine, islama,
şeriata;
Ne hak dinliyor, ne hakikat, ne marifet:
Gelmiş mi böylesi
kahraman kainata?
Kimi gizlenir, kimselere görünmezsin;
Kimi renk renk dünyalarda görünür
yüzün
Kendi kendinle sevişmek bu seninki:
Çünkü seyreden sen, seyredilen
de sensin.
Yüzümde pırıl pırıl sevinç gördüğün gün,
Nice konakları yıkılmıştır
gönlümün.
Dalgıçsan dal gözlerimin denizine, bak:
Dibinde mahzun bir
deniz kızı görürsün.
Seni kuru sofraların softası seni!
Seni cehenneme kömür olası seni!
Sen mi Hak' tan rahmet dileyeceksin bana?
Hakka akıl öğretmek senin
haddine mi?
Önce kendine gel, sonra meyhaneye;
Kalender ol da gir kalenderhaneye.
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur:
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye.
Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi,
İki yüzlü softaları dinlemek mi?
Sarhoşla aşık cehenneme gidecekse,
Kimselerin göreceği yoktur cenneti.
En büyük söz Kuran bile
Arada bir okunur besmeleyle.
Kadehteyse öyle
bir ayet var ki
Okur insan her zaman, her yerde.
Neylesem bu benim iç kavgalarımla?
Pişmanlığım, kendime düşmanlığımla?
Sen bağışlasan da ben yerim kendimi:
Neylesem bu yüzkaram, bu
utancımla?
Kalk sevinç dolduralım garip gönüle
İçelim doğan güne karşı bülbülle
Yırtalım biz de gömleği aşık gülle
Verelim çiçekler gibi ömrü yele.
Aklı olan paraya değer vermez,
Ama parasız dünya da çekilmez;
Eli boş
menekşe boynunu büker,
Gül altın kasede gülmezlik etmez.
Bir damla şarap Tus saraylarına bedel,
Keykubad'ın Keykavus'un tahtından
güzel
Sabaha karşı aşıkların iniltisi
İki yüzlü softanın ezanından
güzel.
Bedenindeki et, kemik, sinir kaldıkça,
Dünyadaki yerini bil, kendinden
şaşma.
Düşman Zaloğlu Rüstem olsa ger göğsünü,
Dostun Karun olsa iyilik
altında kalma.
Yerin dibinden yıldızlara dek
Ermediğimiz sır kalmadı pek,
Her
düğümüçözmüş insanoğlu;
Ecel düğümünü var mı çözecek?
Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin
Tekkede, manastırda eremezsin.
Bir kez
gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin, cehennemin üstündesin.
Bu evren her gece ne gömlekler diker!
Kimini gelen, kimini giden giyer.
Her gün nice sevinçlerle dolar dünya,
Nice dertler toprağa karışır
gider.
Şarap benlik kaygusu bırakmaz sende
Çözülmedik bir düğüm kalmaz beyninde
İblis bir kadeh şarap içmiş olaydı,
Secdeye yatardı Adem'in önünde
Biz hırkadan sonra küpe gelmişiz;
Kıpkızıl şarapla abdest almışız.
Medresede kaybettiğimiz ömrü
Meyhanede aramaktır işimiz.
Şarabı götürüp döksen bir dağa
Dağ sarhoş olur başlar oynamağa.
Ben
ne diye tövbe edecekmişim
İçimi tertemiz eden şaraba?
Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı
görünce:
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl
gibi bir gece.
Bu gecenin son gece olması da var:
Emret, gül rengi şarabı getirsinler.
Gafil, bir gittin mi bir daha gelmek yok:
Altın değilsin ki gömüp
çıkarsınlar.
Medreseden hayır yok, dinle beni;
Vakıf lokması karartır içini.
Git,
bir yıkık yerde yoksulca yaşa:
Orası bir padişah eder seni.
Şarap iç, yıkansın, aydınlansın için;
Bu dünya, öbür dünya silinip
gitsin!
Gel ömrün yele gitmeden tadına bak
Cana can katan suyun, ıslak
ateşisin.
Kendiliğinden var olmuş sanma beni;
Bu kanlı yola ben sokmadım kendimi;
Bir gerçek varlık beni var etmiş olan;
Yoksa kimdim ben, neredeydim,
neydim ki.
Dileğin Tanrı dileği değil ki senin;
Muradına ermeyi nasıl beklersin?
Doğru olan Tanrı' nın dilekleriyse
Yanlış demek senin bütün dileklerin.
Ehil insana canım feda olsun;
Ayağı öpülse öperim onun.
Bir de git
ehil olmayanla konuş:
Cehennem ne imiş görmüş olursun.
Evren kırıntısı bu güzelim yıldızlar
Gelir giderler, dünyayı bezer
dururlar;
Göklerin eteğinde, toprağın koynunda
Doğdukça doğacak daha
neler neler var.
Bir nakıştır varlığımız senin çizdiğin,
Şaşılası neler nelerle bezediğin;
Kendimi düzeltmek benim ne haddime:
Beni potadan böyle döken sensin.
Her gün kalkıp meyhaneye gitmedeyim;
Kalenderlerle boş sözler etmedeyim;
Senden bir şey gizlenemez nasıl olsa:
hoş gör de sana gönülden
sesleneyim.
Gökleri yarıp darma dağın ettiğin gün,
Pırıl pırıl yıldızları kararttığın
gün,
Sen sorguya çekmeden ben soracağım sana:
Ey Tanrı, hangi günahım
için beni öldürdün?
Canların canı dost, gel etme, dinle beni.
Küsme Feleğe, değmez, yeme
kendini;
Çekil, otur gürültüsüz bir köşeye,
Seyret bu hengamede olan
biteni.
Ne güzel gün! Hava ne sıcak, ne serin;
Bir bulut, tozunu siliyor
bahçenin;
Bülbül coşmuş, sesleniyor sarı güle:
Şarap iç şarap da yüzüne
renk gelsin!
Bu yolun hoş bir yerinde durabilseydik;
Ya da bu yolun ucunu
görebilseydik:
O umut da yok bu umut da; hiç değilse
Otlar gibi kesilip
yeniden sürebilseydik.
Vefasız dünya diye yakınıp durma;
Dünya elindeyken tadını çıkarsana!
Herkese vefalı olsaydı dünya
Sıra mı gelirdi senin yaşamana?
Dostlar, bir gün, sözleşip bir yerde birleşin;
Oturup sofrasına dünya
cennetinin;
Saki doldururken kadehleri cömertçe,
İçin bir kadeh de
zavallı Hayyam için!
Daha nice büyük göreceksin kendini?
Hep varlık yokluk mu düşündürecek
seni?
Şarap için şarap: Bu ölüm yolculuğunda
Bulamazsın sarhoş
uykulardan iyisini.
Hayyam, günahım var diye tasalanma,
Bunun için dertlere düşmek boşuna.
Günah olacak ki Tarı bağışlasın:
Rahmet neye yarar günah olmayınca.
Gün doğarken sabah horozları niçin
Acı acı bağrışırlar, bilir misin?
Tan yerini gösterip derler ki sana:
Bir gecen geçti gidiyor; sen
nerdesin?
Ay yırttı kara giysilerini;
Kalk, tam zamanıdır, doldur şarap kaseni.
Keyfine bak, çünkü bu ay, sonsuz yıllarca,
Mezarda upuzun yatar görecek
seni.
Saki yüzün Cemşid'in kadehinden güzel;
Uğrunda ölmek sonsuz yaşamaktan
güzel;
Işık saçıyor ayağını bastığın toprak,
Bir zerresi yüz binlerce
güneşten güzel.
Tertemiz geldik yokluktan kirlendik;
Sevinçle geldik dünyaya, dertlenik.
Ağladık, sızladık, yandık, yakındık:
Yele verdik ömrü, toz olup gittik.
Dostunu erkekçe seven kişi
Pervane gibi özler ateşi:
Sevip de
yanmaktan kaçanların
Masal anlatmaktır bütün işi.
Bahar geldi mi başka şey dinler miyim;
Hele aklın defterini hemen
dürerim.
Şarap, sığınağım sensin bahar günü,
Söğüt ağacı, senin de
gölgendeyim.
Seni aramaktan dünyanın başı dertte;
Zengine de göründüğün yok, fakire
de;
Sen konuşursun da biz sağır mıyız yoksa,
Hep kör müyüz, sen varsın
da görünürde.
Ey dörtle yedinin doğurduğu insan,
Dörtle yedidir seni dertlere salan.
Boşuna mı şarap iç diyorum sana:
Bir gittin mi bir gelme yok, inan.
Tanrım, hayır şer kaygısndan kurtar beni;
Kendimden geçir, seninle doldur
içimi
Aklım ayıramıyor iyiy kötüden
Sarhoş et bari ne kötü kalsın, ne
iyi.
Medresenin sözü vardır, tekkenin hali,
Sözden, halden öteye gider aşkın
yolu.
Müftünün, vaizin en iyisini getirsen
Aşkın mahkemesinde tutulur
dili.
Gerçek aydınlığa erince can gözüm,
İki dünyayı birden silinmiş gördüm.
Eriyip gittim sanki engin denizlerde:
Ter olup çıktı, denize döndü
gönlüm.
Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece;
Ben nerde, görmediğim koca
deniz nerde!
Böyle diyen gönül denize kavuşunca
Baktı kendinden başka
şey yok görünürde.
Can o güzel yüzüne vurgun, neyleyim;
Gönül tatlı diline tutkun, neyleyim;
Can da, gönül de sır incileriyle dolu:
Ama dile kilit vurmuşsun,
neyleyim.
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez
zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur
iyilik edersen.
O kızıl yakutun madeni, başka maden;
O eşsiz incinin sedefi, başka sedef;
Aklın buldukları kuruntu, dedi kodu:
Bizim aşk efsanemizin dili, başka
dil.
Meyhanede abdest şarapla alınır ancak;
Mümkün mü kara yazıyı aka
çevirmek?
Perdemiz öyleysine yırtılmış ki bizim,
Onarılmaz artık ne
kadar yamasak.
Hem sana el değdirmeğe elim varmaz,
Hem sensiz aldığım nefes, nefes
olmaz:
Bir garip dert bu, kimseye de açılmaz:
Bir zehir zakkum ki tadına
da doyulmaz.
Sır saklamasını bilirsen Hayyam söyler
İnsanoğlu nedir, ne yapar, ne
eder:
Dert çamuruyla yuğrulup gelir dünyaya
Yer içer, karın doyurur ve
çeker gider.
Putların, Kabenin istediği: Kölelik;
Çanların, ezanın dilediği: Kölelik;
Mihraptı, kiliseydi, tespihti, salipti
Nedir hepsinin özlediği? Kölelik.
Benim canım hep şarabın izindedir,
Kulağım ney ve rubap sesindedir.
Toprağımdan desti yaparlarsa benim
O desti şarap doldurulmak içindir.
Sen nesin, varlık nedir, nerden bileceksin?
Dünyan esen yel üstüne
kurulmuş senin.
İki yokluk arasında bir varlık seninki:
Hiçlik ne varsa
çevrende, sen de bir hiçsin.
Gül yanaklı sevgiliyi saramaz insan
Yüreğine diken batmadan, vurulmadan.
Kim bir güzelin saçına dokunabilmiş
Tarak gibi diş diş, didik didik
olmadan?
Kadeh bir bedendir, içinde can var can;
Candır kadehin bedeninde
camlaşan.
Donmuş sudan ateş süzülür sanki:
Erimiş yakut, gönül
sırçasından
Kul olup o güzele birden,
Koptuk her bağdan, her tövbeden:
Herkes
koyu müslüman döner
Biz putperest döndük Kabeden.
Meyhanede kendini bilenler bulunur;
Bilmeyeni ayırmak da kolay olur.
Yıkılsın bilgisizlik yuvası medrese:
Ordan kendini bilip de çıkan hiç
yoktur.
Uğrunda dertlere düştüğüm sevgili
Bir başkasına tutulmuş, o da dertli;
Derdimin dermanı kendi derdinde:
Hekim hasta olunca kime gitmeli?
Gece, gül bahçesinde, araken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi.
Güçlü olduğuna inandırdın beni;
Bol bol da verdin bana vereceklerini.
Yüz yıl günah işleyip bilmek isterim:
Günahlar mı sonsuz, senin rahmetin
mi?
Hem aklın mutluluk peşinde senin,
Hem söylerim, söylerim dinlemezsin;
Aldığın her nefesin kadrini bil
Ot değilsin ki kesildikçe bitesin.
Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari;
Bırak aldatmacayı, iki
yüzlülükleri;
Şarap içmem diye övünüyorsun, ama,
Yediğin haltlar yanında
şarap nedir ki?
Ben bugün beden kafesinde mahpusum;
Yol olma özlemiyle sarhoş olmuşum;
Varlığın ayıbından kurtarırsa beni
Yoksulluğun kulu, kölesi olurum.
Benim yasam artık şarap, çalgı, eğlenti;
Dinim dinsizlik, bıraktım her
ibadeti;
Nişanlım dünyaya: Ne çeyiz istersin, dedim:
Çeyizim, senin
gamsız yüreğindir, dedi.
Benden Muhammet Mustafa' ya saygı ve selam:
Deyin ki, hoş görünürse, bir
şey soracak Hayyam:
Neden Yüce Efendimizin buyruklarında
Ekşi ayran
helal da güzelim şarap haram?
Benden Hayyam' a selam söyleyin demiş peygamber;
Sözlerimi yanlış
anlamışsa çiylik eder:
Ben şarabı herkese haram etmiş değilim ki
Hamlara
haramdır, doğru, ama olgunlar içer.
Yanlız bilgili olmak değil adam olmak;
Vefalı mı değil mi insan, ona bak.
Yücelerin yücesine yükselirsin
Halka verdiğin sözün eri olarak.
Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?
Ben haramı helalı karıştırmam:
Seninle içilen şarap helaldir,
Sensiz içtiğimiz su bile haram.
Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan;
Ölümden de korkmam, er geç ölür
insan.
Ölmemek elimizde değil ki bizim:
İyi yaşamamak beni korkutan.
Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar;
Altına baktım, çürüyüp toprak
olmuşlar.
Yokluk ovasında başka ne var ki zaten:
Daha gelmemişler var,
gelip gitmişler var.
Bilge, yüce varlığın seyrine dalar;
Gafil ise onda dostluk düşmanlık
arar.
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır,
Çöpe sor, hep onun içindir
dalgalar.
Ben kendimden geçtikçe kendime gelirim;
Yücelere çıkar, alçalmayı
bilirim.
Daha da garibi, varlığın şarabıyla
Ne kadar ayık da olsam,
sarhoş gibiyim.
Yüreğinde sıkıntı varsa esrar iç,
Ya da birkaç kadeh gül renkli şarap iç.
Onu içmem, bunu içmem der durursun:
Ahmak herif, git zıkkımın pekini iç.
Adım kötüye çıkarsa çıksın, ben böyleyim;
Bir kerpiçim de olsa, satar
şarap içerim.
O da gidince ne yaparsın diyecekler:
Cübbemle sarığım ne
güne duruyor, derim.
Kalk, kalk, çalgılara çalgı katalım gitsin;
Adımızı kötüye çıkartalım
gitsin.
Sofuluk şişesini çalalım taşa,
Seccadeyi bir kadehe satalım
gitsin.
Şarabın adı kötüye çıkmış, kendi hoş,
Hele bir güzelle içersen daha bir
hoş;
Harammış şarap, olsun, bana göre hava hoş:
Hem, bana sorarsan,
haram olan herşey hoş.
Zaman büktü belimi, ne el tutar ne ayak;
Oysa ne güzel işlerim var
yapılacak.
Can kalktı gitmeye; aman dur, diyorum:
Ne yapayım diyor, evin
yıkıldı yıkılacak.
Yeryüzünü gül bahçesine çevirmekten
Daha güzeldir bir insanı sevindirmen.
Bin kulu azat edenden daha büyüktür
Bir hür insanı iyilikle kul
edebilen.
Can bir şaraptır, insan onun destisi;
Beden bir ney gibidir, kan o neyin
sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık:
Hayal fenerinde bir
ışık pırıltısı.
Ah, Tanrı dünyayı yeniden yarataydı,
Yaratırken de beni yanında tutaydı;
Derdim: Ya benim adımı sil defterinden,
Ya da benim dilediğimce yarat
dünyayı.
Uyumuşum; rüyamda akıllı bir insan
Dedi: Sevinç gülü açmaz uykuda, uyan;
Ne işin var bu ölüme benzer ülkede?
Kalk, şarap iç, sonsuz uykulara
dalmadan.
Tekkede, medresede, maastırda, kilisede,
Bir cennet cehennem kaygısıdır
sürüp gitmede.
Oysa yüce varlığın sırlarına eren kişi
Bunların tohumunu
uğratmaz düşüncesine
Zaman başımıza bir çorap örmeden,
Gelin dostlar, içelim içebilirken.
O ecel çavuşu dikildi mi tepene
Bir yudum su iç bakalım, içebilirsen.
Ben şarap içiyorum, doğrudur;
Aklı olan da beni haklı bulur:
İçeceğimi biliyordu Tanrı,
İçmezsem Tanrı yanılmış olur.
Dünya hangi gülü bitirdiyse yerden
Kırıp atmış, toprağa gömmüş yeniden.
Su yerine toprağı çekseydi bulut
Sevgili kanları yağardı göklerden.
Gerçeği bilemeyiz madem, ne yapsak boş;
Ömür boyu kuşku içinde kalmak mı
hoş?
Aklın varsa kadehi bırakma elden
Bu karanlıkta ha ayık olmuşsun, ha
sarhoş.
İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez:
Bunlar için didinmene bir şey
denmez.
Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış:
Bu güzelim ömrünü satmaya
değmez.
Okunu attı mı ölüm, siperler boşuna;
O şatafatlar, altınlar, gümüşler
boşuna;
Gördük bütün insan işlerinin iç yüzünü:
Tek güzel şey iyilik,
başka düşler boşuna.
Saki, gökler, denizlerce dolgunum;
İçime sığmaz oldu coşkunluğum;
Ak
saçlarımla sarhoş ettin beni,
Kış ortasında bahar bulutuyum!
Dün gece şarap arıyordum şehirde;
Soluk bir gül gördüm bir ocak önünde;
Dedim: Ne yaptın da yakıyorlar seni?
Dedi: Bir kez güleyim dedim
çimende.
Bir yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona?
Sevmek haram, yüreğinde ateş
olmayana.
Bir gününü sevgisiz geçirdinse, yazık:
En boş geçen günün o
gündür, inan bana.
Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş
yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.
Barış istemiyorsa Felek, işte savaş;
İster serseri deyin bana, ister
ayyaş;
İşte şarap, duruyor ortada, kıpkızıl;
İçmeyen taşa çalsın başını,
işte taş!
Şarabım, kasem, sevgilim, bir de çimen;
Bırak bana bunları, al cenneti
sen.
Cehennemmiş, kuru laf bunlar:
Kim gitmiş cehenneme, kim dönmüş
cennetten?
Çekmeyiz aşağılık dünyanın gamını;
Özleriz gül rengi şarabın canını;
Şarap dünyanın kanı, dünya ise kanlımız:
Niçin içmeyelim kanlımızın
kanını?
Seccadeye tapanlar eşek değil de nedirler?
Küfelerle riya çamuru
yüklenirler gezerler.
İşin kötüsü, din perdesi arkasında bunlar,
Müslüman geçinirken gavurdan beterdirler.
Bu çürük temelli kubbede neyiz ki biz?
Tasta delik arayan karıncalar
gibiyiz.
Ne korku, ne umut kapılarını bilen
Şaşkın, gözü bağlı, avanak
öküzleriz.
Yıkık bir saray bu dünya dedikleri;
Gece ve gündüz atlarının durak yeri;
Yüz Cemşit' den arda kalmış bir dünya bu:
Yüz Behram kendinin sanmış bu
gökleri.
Gelip de eskiyenler, yeni gelenler,
Hepsi gider bugün yarın, birer birer;
Kimselere kalmamış bu eski dünya:
Kimi gitti gider, kimi geldi gider.
Ölüp yok olma korkuların saçma
Yoktan vara yükselen dalda oldukça;
Sevgiye İsa gibi dirilmişsin sen;
Ölüm yok artık sana dünya durdukça.
Ben kendiliğimden var değilim bu varlığımla;
Kendim çıkmış değilim elbet
bu karanlık yola;
Bir başka varlıktan gelmiş bendeki varlık:
Ben dediğin
kim ola, nerde, ne zaman var ola?
Haksızlık etmekten sakın, hak yoluna gir;
Yediğin ekmeği başkasına da
yedir;
Cana kıyma, kimsenin sırtından geçinme,
Seni cennete sokmak
benden: Şarap getir!
Ben hangi şarapla sarhoş olursam olurum,
Ateşe, puta, neye taparsam
taparım;
Herkes bir türlü görmek istiyor beni
Ben kendimi ne türlü
yaparsam yaparım.
Şarap küpü önüne serdik seccademizi;
Şarap yakutuyla adam ettik
kendimizi;
Umudumuz, meyhanede yeniden bulmak
Camide, medresede yiten
günlerimizi.
Ben çimen Mısrının Yusufuyum, dedi gül;
Dilimden altın, yakut saçılır,
dedi gül;
Dedim: Senin Yusuf olduğun nerden belli?
Kana boyanmış
gömleğime bak, dedi gül
Ne gündüz oturduk, ne gece uyuduk;
Dünyada Cem'in kadehini aradık durduk.
Öğrenince dünyaları yansıttığını,
Cem' in kadehini yüreğimizde bulduk.
Rintlerin yolunda kendini unut;
Namazın, orucun kökünü kurut;
Öğütlerin iyisini Hayyam'dan işit:
Şarap iç,yol kesme, yoksulları tut.
Bu ucsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana
vergi:
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir ne
kendini.
Şarap güllere çevirsin sabahımızı;
Çalalım yere şan şeref külahımızı;
Nemize gerek bizim uzun dilekler,
Uzun saçlar, çalgılar sarsın havamızı.
Hayyam, şarap iç, sarhoş olmak ne hoş,
Sevgilin de varsa, sarılmak ne
hoş;
Er geç sonu yokluk madem bu dünyanın,
Yok say kendini, bak var
olmak ne hoş!
Hayyam, bak şu mavi gök nasıl durulmuş;
Açmış çadırı, kesmiş dedikoduyu,
susmuş.
Varlığın kadehinde, çünkü, ezel sakisi
Bin Hayyam kabarcığı
belirtip yok etmiş.
Bu dünya kimseye kalmaz, bilesin;
Er geç kuyusunu kazar herkesin.
Tut
ki Nuh kadar yaşadın zor bela
Sonunda yok olacak değil misin?
Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;
Erdiğim sırları söylemek elimde
değil;
Aklım düşüncenin derin denizlerinden
Bir inci çıkardı ki delmek
elimde değil.
Canım şarap, ne güzelsin billur kasende;
Aklı köstekleyen bir büyü var
sende.
Biraz içti mi insan açılır yüreği
Döker ortaya nesi varsa
içinde.
Bu sarayın başı göklerdeydi bir zaman;
Padişahlar girer çıkardı
kapısından.
Şimdi duvarında bir kumru: Guguk, diyor.
Guguk, guguk, o
şanlı günlerin ardından.
Hayyam bu zamanda vahlanıp durmak boşuna;
Kendi derdine düşmek utanç
verir insana.
İyisi mi şarap iç, çalgı dinleyerek
Nerdeyse bir taş düşer
senin de sofrana.
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir;
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir;
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas;
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi
bir.
Kaderin elinde boynum kıldan ince:
Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince,
Yine de toprağımdan testi yapın siz:
Dirilirim içine şarap dökünce.
Yakınırım aynalar gibi felekten;
Bıkmaz alçakları yükseltmekten.
Gözyaşı dolu bir kadeh oldu yüzüm,
Yüreğim kan dolu bir desdi gerçekten.
Yüreğim, kimselerden ihsan dileme;
Bu amansız felekten aman dileme;
Bil ki, derman aradıkça artar derdin:
Derdinle haldaş ol, derman dileme.
Tanrı gülüşünle öfkeni almış senin,
Birinden cennet yapmış, birinden
cehennem.
Sen cennetimsin benim, ben senin uslu kulun:
Açılsın kapıları
bana cennetimin!
Ey canlar, şarapla buldurun bana beni;
Yakutlara çevirin kehruba çehremi;
Şarapla yıkayın beni öldüğüm zaman
Asmadan bir tabut içinde gömün beni.
Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca,
Gökler ha yedi kat olmuş, ha
sekiz, bana ne?
Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra
Ha dağda kurt
yemiş beni, ha mezarda karınca.
Hayyam, olsa olsa bir çadır senin bedenin,
Can sultanımızın bir süre
oturması için;
Ecel hancısı bir başka konak döşeyince
Sultan göçer
gider, viran olur çadırın senin.
Şarap içti mi, dilenci sultanlaşır;
Tilki çıkar deliğinden, aslanlaşır;
Yaşlı başlı adam delikanlaşır;
Delikanlı yaşca başca olgunlaşır.
Günahlarım çok olmasına çoktur benim,
Ama dinsizler gibi umutsuz değilim:
Cennet cehennem umrumda değilse de
Ötede hem şarap olacak, hem de
sevgilim.
Ey kara cübbeli, senin gündüzün gece;
Taş atma dünyayı bilmek
isteyenlere.
Onlar Yaradanın sanatı peşindeler:
Senin aklın fikrin
abdest bozan şeylerde
Her gün tövbe eder bozarız biz;
Şanı şerefi de boşarız biz;
Kusur
işlersek ayıplamayın:
Sarhoş doğduk, sarhoş yaşarız biz.
Şu sonsuz sayvanı donatan yıldızlar
Akılların aklını durdururlar;
Sen
aklından şaşmamaya bak ve bil ki
O tedbirli yıldızlar da yoldan çıkarlar.
Derdin avucundan şarap içmedikçe
Bir yudum su içmiş değilim gönlümce;
Kimsenin tuzuna da ekmek banmadım
Ciğerimi kebap edip yemedikçe.
Daha nice sürsün yalan dolanı ömrün;
Daha nice dert sunsun sakisi ömrün;
Uzatma; kadehindeki son yudum gibi
Bırak dökülsün yere kalanı ömrün.
Her gün şarap cümbüşüne dalanların da
Her gece mihrap önünde kalanların
da
Islanmayanı yok, yağmur altında hepsi:
Bir uyanık var, ötekiler hep
uykuda.
Unutma, amansız feleğin çarkındasın;
Şarap iç, çünkü ateşten bir
dünyadasın;
Madem ki yerin önünde sonunda toprak
Farzet ki üstünde değil
altındasın.
Sevgiliyle sabah içmedeyiz, saki;
Biz Nasuh tövbesi bilmeyiz, saki;
Yeter okuduğun Nuh hikayesi
Hemen dolsun huzur kasemiz, saki.
Madem aman vermiyor ecel, saki,
Kadeh boş kalmasın, aman gel, saki;
Şu üç beş günlük dünyada gam yemek
Bizim gönlümüzce iş değil, saki.
Her sabah çiğle bezenir yüzü lalenin;
Yeşillikte bükülür boynu
menekşenin;
Ama daha gönlümcedir hali goncenin
Çeker eteğini, derlenir
için için.
Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.
Açılmışken nasılsa mutluluk gülün
Niçin elinde kadeh yok böyle bir gün?
Şarap iç, can düşmanındır geçen zaman:
Bir daha bu fırsatı bulman ne
mümkün?
Gönül, bir düş madem dünya gerçeği
Ne dertlenir, alçaltırsın kendini?
Hoşgör kaderini, gününü gün et:
Yazılan senin için bozulmaz ki.
Sevenlerinden yer yok ben garibe;
Derdine düşenlerle başım dertte;
Sarmışlar seni kum bulutu gibi
Gül yüzünden ışık mı düşer bize.
Yoksula, yoksulluğa yakın ettin beni;
Dertlere, gurbetlere alıştırdın
beni;
Yakınların ancak ere bu mertebeye;
Tanrım, ne hizmet gördüm de
kayırdın beni?
İnsanlık yaratılalı olgun kişiler
Bulduklarıyla yetinip dert çekmediler
Birbirine girdi gözü doymayanlarsa:
Çok isteme kaderden başın derde
girer.
Kim yüreğini uydurduysa aklına
Bir anını yitirmedi bu dünyada;
Ya
Tanrı uğruna emek verdi candan
Ya rahatını aradı buldu şarapta.
Ben şarabı eskimiş acı acı severim;
En çok da ramazanda cumaları içerim;
Helal üzümünü ezdim doldurdum küpe:
Ne olur,içinceyedek ekşitme
Tanrım.
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu
şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe
var dünya, ben yok o da yok.
Aşk o yüce mimar, beden evimi kurunca
Aşk dersini yazdırdı bana her
dersten önce
Sonra bir parça altın koparıp yüreğimden
Air anahtar yaptı
mana hazinelerine.
Gök yaban gülleri döküyor eteğinden
Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki
çimen
Gül şarap dolsun kadehimin lalesine
Mor buluttan yere yaseminler
düşerken.
Şarap iç, azlık çokluk silinsin kafandan
Kurtul yetmiş iki milletin
kaygusundan
Perhize kalkma sakın dokunur diye şarap.
Şarap ki bir
dirhemi bin bir derde derman.
Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler
Ecel çiğnedi hepsini birer birer
Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına
Bizden birkaç kadeh önce sızdı
gittiler.
Yokluk suyuyla ekilmiş tohumum benim
Gam ateşiyle tutuşmuş yanar yüreğim
Alındığım toprağa verilmeden önce
dünyanın serseri yelleri önündeyim.
Bu masmavi kubbenin kurulduğu gün
Bu nur Cevza burcuna verildiği gün
Mumun başına bağlanan alev gibi
Bağlandı yüreğime senin aşk gülün.
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği
bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından
toprak olmadalar her gün.
Mezarda yatanların toz toprak her biri
Zerre zerre dağılıp gitmiş
bedenleri
Ne şarap ki bir içen sızmış mahşeredek
İşten güçten
habersizler yıllardan beri.
Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?
Ne zaman yıkılıp gidecek bu
güzelim kubbe?
Aklın yollarıyla ölçüp biçemezsin bunu sen
Mantıkların,
kıyasların sökmez senin bu işde.
Bin bir tuzak kurarsın yolum üstüne
Adım atma yakalarım dersin bir de
Bir zerre var mı dünyada yönetmediğin
Neden asi dersin kendi
yürüttüğüne?
Bu dünya sırrını söylemez kimseye;
Bİn Mahmud' u bin Ayaz' ı serdi yere;
Şarap iç, dünyaya gelinmez iki kez:
Bir kez giden bir daha gelmez
geriye.
Bu dünyaya gelip gitmemizin kazancı nerde?
Ömrümüzün umut ipliği ne oldu,
nerde?
Bu feleğin çemberinde nice temiz canlar
Yandı kül oldular, hani
dumanları, nerde?
Bilmem, Tanrım, beni yaratırken neydi niyetin,
Bana cenneti mi, cehennemi
mi nasip ettin;
Bir kadeh, bir güzel, bir çalgı bir de yeşil çimen
Bunlar benim olsun, veresiye cennet de senin.
Feleğin atı eğerlenip dizginlediği gün
Göklerin yıldızlarla donatıldığı
gün
Bize bu nasibi verdi kader divanı
Biz yoktuk kusur paylarımız
dağıldığı gün.
Oruç tutup namaz kılmağa kalktım geçende
Dedim belki öyle ererim
dileklerime
Yazık ki bir kuru yelle bozuldu abdestim
Bir damla şarapla
da orucum gitti güme.
Bak, Saki, yüreğim arındı bütün kaygılardan
Gitti o kükreyen aslanlar,
bomboş şimdi orman
Gece yıldız saçarken göklerin şarap kasesi
Benim
kadeh boş günümü gün edeceğim zaman.
Senden benden önce kadın erkek niceleri
Şenlendirip süslediler dünya
denen yeri
Senin tenin de toprağa karışacak yarın
Senden beslenecek nice
insan bedenleri.
Gönlünü hoş tut, sonu gelmez kaygıların
Gök kubbede çatışması bitmez
yıldızların
Senin toprağa karışacak bedenlerinse
Tuğla olacak sarayına
başkalarının.
Tanrı evrenin canı, evrense tek bir beden
Melekler bu bedenin duyuları
hep birden
Yerde gökte canlı, cansız ne varsa birer uzuv:
Budur Tanrı
birliği, boştur başka her söylenen
Kader defterimi yeniden yazabilseydim
Kendime gönlümce bir hayat
seçerdim;
Bütün dertleri siler atardım dünyamızdan
Sevinçten göklere
uçardı düşüncelerim.
Şu senin benim dediğimiz toprak neyimizdir
Birkaç günlük cennetimiz
cehennemizdir
Bugün su içtiğin şu testi toprak olunca
Mezarına atılır
belki bir gün, kim bilir.
İki günde bir somun geçiyorsa eline
Soğuk suyu da olursa bir kırık
testide
Niçin kendinden kötüsüne kul olur insan,
Ne diye girer kendi
gibisinin hizmetine?
Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;
Öyle bir inci ki bu büyük sır
delen yok;
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden
yolu bulan yok.
Oğul, dünyamızı aydınlatan şarabı sun;
Sevinç gülümüze ay ışığı gibi
vursun;
Sular gibi akar gider gençliğin ateşi,
Bir uykudur o senin
uyanık mutluluğun.
Dilerim ölünce şarapla yıkanayım
Şarap şiirleriyle talkınlanayım
Mahşer günü arayan olursa beni
Meyhanenin önündeki topraktayım.
Senden benden önce de vardı bu gün bu gece
Felek dönüp durmadaydı hep bu
gördüğünce
Usulca bas toptağa, çünkü bastığın yer
Bir güzelin
gözbebeğiydi beş on yıl önce.
Yaşamanı akla uydurman gerekir,
Ama bilmezsin akla uygun olan nedir;
Bereket eli çabuktur Zaman Usta'nın,
Başına vura vura sana da öğretir.
Gül mevsimi çimendeyiz su kıyısında
Birkaç nur yüzlü güzel de var
aramızda
Şarap sun çünkü sabah erken içenlere
Ne mescit gerekir ne
kilise dünyada.
Tanrı gönlünce yaratır da her şeyi
Neden ölüme mahkum eder hepsini?
Yaptığı güzelse neden kırar atar
Çirkinse suçu kim kime yüklemeli?
Ezel avcısı bir yem koydu oltasına
Bir canlı avladı Adem dedi adına
İyi kötü ne varsa yapan kendisiyken
Tutar suçu yükler kendinden
başkasına.
Bu dünyada nedir payıma düşen, hiç
Nedir ömrümün kazancı felekten, hiç
Bir sevinç mumuyum sönüversem hiçim
Bir kadehim kırılsam ne kalır benden
hiç.
O yakut dudakları kızıl kızıl yanan nerde?
O güzelim kokusu cana can
katan nerde?
Müslümanlara şarap haram edilmiştir derler
İçmene bak,
haram işlemeyen müslüman nerde?
Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı
yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık,
niye gidiyoruz bilmeden.
Sonsuz çemberinde bu dipsiz evrenin
Gönül hoşluğuyla iç, geçmeden devrin
Ecel şarabın sunulunca da ah etme:
Sıran gelince içmezlik edemezsin.
İç, şarap iç, Mahmut olmak budur;
Çalgı dinle, Davut olmak budur;
Geçmişi, geleceği düşünme
Gününü gün et, yaşamak budur.
Bu ömür kervanı bir tuhaf gelir gider
Kazancın, yaşamasını bildiğin
günler;
Saki, bırak şu yarını düşünenleri
Geçti gidiyor gece, geçmeden
şarap ver.
Kimileri laf dünyasında şişinip durmuş;
Kimi güzel ardında koşturmuş;
Perdeler inince anlar her biri, ey Gerçek,
Senden ne uzak, ne uzak
yollara vurmuş.
Gönlünce de dönse, bu dünyanın sonu ne?
Okunup bitse de ömür destanının,
sonu ne?
Yüz yıl dilediğince yaşadın diyelim,
Bir yüz yıl daha
yaşasaydın, donu ne?
Bulut geçti, göz yaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle
günde?
Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim
Gezecek bizim toprağın
yeşilliğinde.
Kendi çarkını döndürmeye bak döndükçe dünya;
Keyfinin tahtına çık kadehle
dudak dudağa;
Tanrının umrunda mı senin günahın sevabın:
Sen kendi
muradını kendi güzelinde ara.
Madem ki sevincin adı kaldı yalnız
Ham şarabı en olgun dost saymalıyız
Keyfin el çekmeğe kalkmasın kadehten
Kadehtir şimdi artık tek
tutanağımız.
Kalk, kalk, yeter uyuduğun, saki!
Boş kadehim dolsun, dolsun, saki;
Er geç testi olmadan kafa tasım,
Sen testiden bana şarap sun, saki!
Bu kubbe altındaki bin bir belayı gör;
Dostlar gideli boşalan dünyayı
gör;
Tek soluk yitirme kendini bilmeden;
Bırak yarını, dünü, yaşadığın
anı gör.
Hayat evini sağlam kurmak istersen,
Günlerini gamsız geçirmek istersen,
Işıl ışıl şaraptan sakın el çekme,
Her gününün tadına varmak istersen.
Gül der ki yüzüm yüzlerden güzelken
Ezer suyumu çıkarırlar bilmem neden.
Bülbül de şöyle der ona sanki içinden:
Bir yıl dert çekmeden var mı bir
gün sevinen?
Menekşe mor boyalar sürerken gömleğine,
Seher yeli el atarken gülün
eteğine,
Aklı olan gümüş bedenli sevgilisiyle
İçer şarabı, döker kadehi
yüreğine.
Boştur dünya saki ve şarap olmayınca,
Irak neylerinin sesi duyulmayınca;
Nesi var nesi yok bu dünyanın bana sor:
Boştur geçen ömrün kadehin
dolmayınca.
Kaygılar tasalar sarmasın içini;
Olumsuz düşlere kaptırma kendini;
Ayrılma yarin ve çimenin koynundan
Kara toprak koynuna almadan seni.
Olanların olacağı belliydi çoktan;
İyiyi kötüyü yazmış kaderi yazan;
Ta baştan gereği düşünülmüş her şeyin:
Neden boşuna uğraşır, dertlenir
insan?
Madem ben kervansarayda kalıcı değilim,
Şarapsız güzelsiz yaşamak hatadır
derim
Dünya muhdes mi kadim mi diye tartışmak boş:
Ben gittikten sonra
ha muhdes olmuş ha kadim!
Meyhane rintlerinin sergerdesi benim;
Yersiz sözlerle günaha giren benim;
Gecesini kızıl şaraba kurban eden
Ciğerinin kanıyla dua eden benim.
Dünyada olan biteni ben de görmedeyim;
Haksızlıkları hep baş köşelerde
görmedeyim;
Fesuphanallah! Nereye bakarsam bakayım
Kendi mutsuzluğumu
her yerde görmedeyim.
Bize şarap ve sevgili, size cami kilise;
Sizler cennetliksiniz,
cehennemliğiz bizlerse;
Kader böyleymiş neylersin, kimsenin suçu yok:
Kim ne karışır ezel nakkaşının işine?
Gülün yüzünde çiy incisi nevruzun ne hos!
Yeşillikte gönül aydınlatan
yüzün ne hoş!
Dün geçti gitti, hoş değil ondan söz etmemiz:
Hoş tut
gönlün, anma dünü, bak bugün ne hoş.
Benim varlığım senin yaptığın bir nakış;
Türlü garip renklerini hep
senden almış;
Kendimi düzeltmeğe nasıl varsın elim:
Senden güzelini
yapmak bana mı kalmış!
Yetmiş iki ayrı millet, bir o kadar da din!
Tek kaygısı seni sevmek benim
milletimin;
Kafirlik müslümanlık neymiş, sevap günah ne?
Maksat sensin,
araya dolambaçlar girmesin.
Feleğin çarkı döner, ne tuz bilir ne ekmek
Balık gibi çıplak kor gider
bizi felek
Kadınların çıplakları giydiren çıkrığı
Feleğin çarkından daha
yararlı demek.
Kalk oyna, ayakların ellerimize uysun
Biz içerken o mavi gözler süzülsün
Yirmi yaşında şarap içmenin tadı yok
Altmışından sonra içeceksin ki
değsin
Bu fakir köşede şarap ve çalgı yeter bize
Rahmet umudu, azap korkusu
bizim nemize?
Canı, başı sarığı rehine verip vermişiz
Hava, toprak, su
ve ateş uğramaz semtimize.
Zahide hurilerle dolu cennet hoş gelir
Onun bana üzümün suyu daha hoş
gelir
Onun cenneti veresiye benimki peşin
Ne var ki uzaktan davulun sesi
hoş gelir.
Şarap beden gücüdür, can gücüdür bana;
Çözülmedik ne sırları çözdürür
bana;
İstemem dünyayı ahreti şarap varken:
Bir damlası iki dünyadan
yeğdir bana.
Bülbül ötmeğe başlayınca bahçemizde;
Bir lale gibi açsın şarap elimizde;
Elde kadehle öldü diyecekler bir gün,
Ko desin cahil herifler, ne
umrumuzda.
O bilginler ki evrenin özetidirler;
Düşüncelerinin atı göklerde gezer;
İş kavramaya gelince Senin özünü
Şaşkınlıktan Felek gibi başları döner.
Baharlar yazlar geçer sonbahar gelir;
Ömrümün yaprakları dökülür bir bir;
Şarap iç, gam yeme, bak ne demiş bilge:
Dünya dertleri zehir, şarap
panzehir.
Güzelim can çıkıp gidince bedenimizde
Birkaç kerpiç olacak mezarımızı
örten;
Gün gelecek, mezar yapmak için başkasına
Kerpiç dökecekler
kalacak toprakla bizden.
Aşıklar meclisinde yer bulmuşuz birlikte;
Dünyanın dertlerinde
kurtulmuşuz birlikte;
İçip birer kadeh bu sevincin şarabından
Özgürlüğe
ermiş, sarhoş olmuşuz birlikte.
ŞAİRLERE DÖN